Antik Yunan'da ilginin insana, akla ve doğaya çevrildiği sanatta da açıkça görülmektedir. insana ve çevresindeki doğaya duydukları hayranlık dolu merak kendini gerçekliğin detaylı incelemesinde göstermektedir. öte yandan güzellik tutkusu ile gördüklerini idealize ettiler. Roma sanatı da büyük ölçüde yunan sanatından etkilenmiştir.
İlkel toplumlar için sanat, birazda sihirdir. İnsanların ruhani dünyayla iletişime geçtiğine dair yaygın bir inanış vardır. Tarih öncesin dönemden günümüze az sayıda gelebilmiş olan eserler, hakkında tahminden öteye geçemeyeceğimiz, muhtemelen kendi zamanına göre anlamlar
barındıran, binlerce yıl öncesine ait çeşitli toplumsal sistem ve dini inançları gözler önüne serer.
Hristiyanlık Avrupa'da yayıldıkça Yunan ve Roma sanatlarının gerçekçiliği terk edildi. Heykeller putperestlik olarak görülüyordu ve Hristiyanlıkta insanın Tanrı'dan fazla yüceltilmemesi gerektiğinden sıradan insanların haşmetli portreleri uygunsuz bulunuyordu. Sanat sadece tanrının mesajını aktarmak için kullanılmaktaydı.
12. yüzyılda Fransa'da doğan gotik sanat da dini sembolizm ile beslenmiştir ve insanların gözünde Tanrının görkemini canlandırmayı amaçlamıştır. Gotik sanat ortaya çıktığı dönemde ihtişamlı ve asil kabul edilse de Gotik terimi aşağılayıcı bir ifade ile Roma imparatorluğunu yağmalayan ve klasik dönem eserlerini tahrip eden Got kavimleri kastedilerek seçilmiştir.
Antik Yunan ve Roma felsefelerine, edebiyatına, değerlerine ve sanatına olan ilginin yeniden doğuşu ile Rönesans insanı geçmişini yeniden keşfetmiş ve bireyselliğini bulmuştur. Fikir Avrupa'da yayıldıkça, sanatçıların eserleri daha maharetli, çeşitli ve cüretkâr hale geldi.
Maniyerizm 1520'lerin Floransa ve Roma'sında, merkezi Avrupa'yı ikiye bölen Protestan Reformu, binlerce kişi öldüren veba salgını gibi toplumsal sarsıntılar sırasında gelişti. Bu huzursuzluklara tepki olarak sanatçılar ahenkli Rönesans ideallerini terk edip daha duygusal içerikli imgeler oluşturmaya başladılar.