Bir mübarek nesnedir ki övülür, Erzurum'da her şeyden çok sevilir. Sıra sıra tepsilere çevrilir, Yakut renkli pırıl pırıl demli çay.
Kuşkusuz Erzurum denilince akla gelen ilk şeylerden biri “kıtlama usül çay içmek” tir. Neden bu şekilde çay içeriz, İhsan Coşkun Atılcan’ın Çaynâme şiirinden de yardım alarak kendimce açıklamaya çalışacağım. “Kıtlama” kelimesi sözcük olarak şekeri ağızda küçük küçük ısırarak parçalara ayırmak veya ağza ısırılarak alınan şekerle içilen çay anlamlarını karşılamaktadır.
Dışarıda var olan tipi, odanın içinde çıtırdayan soba, sobanın üstünde kaynayan su, kıtlanan Erzurum şekeri, ince belli bardaktan yudumlanan çay… Erzurum denilince zihnimi dolduran sahne işte bu. Malum “Dadaşlar Diyarı” kışıyla şanına şan katmış bir memlekettir. Eskiden Erzurum köylerinde uzun kışlarda halk konak odalarında oturur, kitap okur, seviyeli sohbetlerini şakalarla süslerlerdi ki bu ortam halkı mizah anlayışı gelişmiş birer filozof kişiliğine bürümüştür. Sohbetler koyulaşır da, ellere demli birer bardak çay alınmaz mı hiç?
Akar gider Akpınar'ın suları, Yazıcısı daha birçok pınarı, Tabakhane, cennet çeşme suları, İçmezler de "İlle olsun taze çay"
Soğuk havaya sıcak bir çay molası verilince demlik demlik çay tüketilir. Öyle bir başına da çay içilmez; çağrılır eş-dost, hısım-akraba... Çağrılır kim varsa yakında.
Erzurum'un mutfakları düzenli, Biçim biçim semaverle bezeli, Eksik olmaz sofrasında ezeli, Lavaş ekmek, civil peynir, birde çay.
Açma çörek, bohça kete yenilir. Yenildikçe daha var mı denilir, Tazelenir tazelenir verilir. Ömürleri tazeleyen taze çay.
Ardından demlikler doldurur bardakları, dişlerin arasına alınan şekerin kıtırtısı ile ahenkleşir kulaklar ve sonra ince belli bardağın kıvrımını kavrar eller, usul usul yudumlanır çay. Acımsı çay, şekerin tadıyla yumuşatır tadını… Kırışık alınla yudumlanan çay şeker ile buluşur ve ilk önce kırışan alnı düzeltir, sonra bir tebessüm sarar dadaşın çehresini. Sohbet için ortam oluşmuştur artık. Ama şart değil sohbet, bahane gerek çay içmeye… Her fırsatta gelir ortaya demlikler, bardaklar, şekerler…
Gandara'da söğütleri gövdeli, Gövdesinin altı koyu gölgeli. Küme küme çay içerler neş'eli. Her muhabbet âleminde vardır çay.
Bir tarafta tarla çayır biçilir, Bir tarafta buğday saman seçilir, Şeker yoksa zararı yok içilir, Kişmiş ile temas ile orda çay.
Demlikler hazine saklar sanki sinesinde… Bundan mı içini ince belliye döken demlik daha mutlu görünür? Peki, neden bu bardağı seçerler? Sanırım üşüyen eller çabucak ısınsın diye bardağımız kendine has bir büküntüye sahip. Yoksa bu özellik çayı geç mi soğutur? Bilemedim ben… Ancak dadaşımın eline bu bardak daha bir yakışıyor sanki!
Mantı ile turşu yedim yanmışam, Otuz içtim, şimdi ancak kanmışam, Semaverin tükendiğin sanmışam, Tazesinden hele doldur ver bir çay.
Semaverler sıra sıra dizili, Demlikleri nakış nakış yazılı, Akşam sabah Erzurum'da hasılı, Fokur fokur buğu buğu hazır çay.
Şair değil aşinadır fırçaya, Neler yazdı tiryakisi bu çaya, Gönül ister düşsem yollara yaya, Orda içsem birkaç bardak doğru çay.
Ruhuna sinmiştir bu şekil çay içmek dadaşın. Daha bir keyiflenir, sevincini böyle katlar ikiye-üçe, üzüntüsünü böyle azaltır. Eee burası Erzurum, her şeyi kendine has. Çay içmesi de şekeri de, şekeri ısırması da...
Selam ve dua ile, ALLAH’a emanet olun.